Tarih boyunca icatlar insanlığın kaderini değiştirdi; hayatı kolaylaştırdı, dünyayı dönüştürdü ve sınırları genişletti. Ancak bazı buluşlar, onları ortaya koyan kişiler için beklenmedik ve trajik sonuçlar doğurdu. Kimi zaman yeterince test edilmemiş bir fikir, kimi zaman da aşırı özgüven, bu dahilerin kendi icatlarıyla karşı karşıya gelmesine neden oldu. Bu yazımızda, yaratıcılıklarıyla iz bırakan fakat buluşları yüzünden hayatını kaybeden beş mucidin hikayesine yakından bakıyoruz.

Henry Winstanley ve Deniz Feneri

Henry Winstanley, mekanik ve hidrolik sistemlere duyduğu ilgiyle tanınan bir İngiliz ressam ve gravürcüydü. Sanatsal çalışmalarının yanı sıra tekneler üzerine yaptığı tasarımlarla da ilgileniyor, özellikle denizcilik alanında çözümler üretmeye çalışıyordu. Ancak inşa ettiği iki teknenin İngiltere’nin güneybatısındaki Eddystone kayalıklarında batması, hayatının yönünü değiştiren bir farkındalık yarattı.

Bu bölge, yüzyıllar boyunca sayısız gemi kazasına sahne olmuş, pek çok denizcinin hayatına mal olmuştu. Winstanley, sorunun yalnızca şanssızlık olmadığını düşündü ve bir şeyler yapılması gerektiğine karar verdi. Çözümü, açık denizde, kayalıkların üzerine inşa edilecek bir deniz fenerinde buldu.

Ancak bu fikir, dönemin şartları düşünüldüğünde neredeyse imkansız görünüyordu. Gelgit sırasında tamamen sular altında kalan kayalıklar üzerine yapı kurmak büyük bir riskti. Üstelik o güne kadar açık denizde inşa edilmiş bir deniz feneri örneği yoktu. Yetkilileri ikna etmek kolay olmadı fakat Winstanley sonunda izni almayı başardı ve çalışmalar 1696 yılında başladı.

İnşaat süreci de sorunsuz geçmedi. Winstanley, çalışmalar devam ederken Fransız korsanlar tarafından kaçırıldı. Serbest bırakılır bırakılmaz projeye geri döndü ve 1698 yılında 27 metre yüksekliğindeki kuleyi tamamladı. İlk versiyonda deniz fenerinin tepesinde 60 mum yakılıyordu. Ancak kısa sürede güçlü rüzgârlarda yapının gıcırdadığı, dev dalgalar sırasında ise ışığın görünmez hale geldiği fark edildi.

Bunun üzerine Winstanley deniz fenerini yeniden tasarladı. Duvarları güçlendirdi, yapının yüksekliğini 40 metreye çıkardı ve feneri daha dayanıklı hâle getirdi. Açık denizde inşa edilen tarihin ilk deniz feneri olan bu yapının güvenliğinden artık tamamen emindi. Hatta yaklaşan büyük bir fırtına sırasında deniz fenerinde bir gece geçireceğini söyleyerek icadına olan güvenini açıkça dile getirdi.

1703 yılında bölge, kayıtlara geçen en şiddetli fırtınalardan birini yaşadı. Saatte 190 kilometreyi bulan rüzgârlar, denizde ve karada yaklaşık 15 bin kişinin ölümüne yol açtı. Fırtına öncesinde rüzgârlar kısa süreliğine dindiğinde Winstanley, deniz fenerinin hâlâ ayakta olduğunu gördü. Bundan etkilenerek geceyi orada geçirmeye karar verdi ve arkadaşlarından sabah gelip kendisini almalarını istedi. Ancak sabah olduğunda ne deniz fenerinden ne de Winstanley’den geriye bir iz kalmıştı. O gece çıkan fırtına, hem yapıyı hem de mucidini tamamen yok etmişti.

Yine de Winstanley’in çalışmaları boşa gitmedi. Deniz feneri 5 yıl faaliyette kalmıştı ve faaliyette olduğu beş yıl boyunca Eddystone kayalıklarında tek bir gemi kazası yaşanmamıştı. Bu, böylesine tehlikeli bir bölgede olağanüstü bir başarı olarak kabul edildi. Bugün hâlâ Eddystone kayalıklarında bir deniz fenerinin bulunması, Henry Winstanley’nin cesur ama trajik mirasının bir sonucu olarak görülüyor.

Karel Soucek ve Darbe Emici Varili

Darbe emici varilin mucidi olan Karel Soucek, icadını yalnızca teoride bırakmayan, onu bizzat test etmeyi seçen isimlerden biriydi. Cesareti ve özgüveniyle tanınan Soucek, geliştirdiği özel varilin insanı yüksekten düşmenin ölümcül etkilerinden koruyabileceğine inanıyordu. Bu inancını kanıtlamak için attığı ilk büyük adım ise Niagara Şelalesi oldu.

Soucek, darbe emici varilin içine girerek Niagara Şelalesi’nden atladı ve mucizevi şekilde hayatta kalmayı başardı. Bu olay, icadının işe yaradığına dair güçlü bir kanıt olarak görüldü ve Soucek’e uluslararası çapta ün kazandırdı. Ancak bu başarı, onu daha da tehlikeli denemelere yöneltti.

1985 yılında Soucek, sınırları bir kez daha zorlamak istedi. Bu kez hedefi, “Astrodome” adı verilen ve özel olarak inşa edilmiş, yaklaşık 180 fit yüksekliğindeki yapay bir şelaleydi. Gösteri niteliği taşıyan bu atlayış, hem icadının gücünü sergilemeyi hem de önceki başarısını bir adım öteye taşımayı amaçlıyordu. Ne var ki bu deneme, Soucek’in hayatına mal oldu. Atlayış sırasında darbe emici varil, havuzun kenarına çarparak parçalandı. Oluşan şiddetli darbe sonucunda Soucek olay yerinde hayatını kaybetti.

Franz Reichelt ve Giyilebilir Paraşütü

Franz Reichelt, mesleği terzilik olan ancak aklını havacılığın güvenliğiyle meşgul eden bir mucitti. Uçuşun henüz emekleme döneminde olduğu yıllarda, pilotların olası kazalarda hayatta kalabilmesi için giyilebilir bir paraşüt tasarlamaya başladı. Reichelt’in fikri, paltoya benzeyen fakat içinde açılabilir kumaş kanatlar ve paraşüt benzeri bölümler barındıran bir kıyafetti. Ancak bu tasarım ciddi sorunlar barındırıyordu. Paraşüt kıyafeti yaklaşık 30 kilogram ağırlığındaydı ve kullanılan kumaşların, güvenli bir iniş için yeterli yüzey alanı oluşturup oluşturamayacağı net değildi. Yapılan küçük ölçekli denemeler de beklenen sonucu vermemişti. Buna rağmen Reichelt, icadının işe yarayacağına olan inancını kaybetmedi.

4 Şubat 1912’de, yetkililere denemeyi bir mankenle yapacağını söyleyerek Eyfel Kulesi’ne çıktı. Ancak kulenin tepesine ulaştığında kararını değiştirdi. Yapılan tüm uyarılara rağmen, paraşüt kıyafetini giyerek denemeyi bizzat kendisi gerçekleştirmeye karar verdi. Yaklaşık 57 metre yükseklikten atlayan Reichelt’in tasarladığı paraşüt açılmadı. Ağırlığı ve yetersiz açıklığı nedeniyle işlevini yerine getiremeyen kıyafet, mucidini kurtaramadı. Reichelt, yere çarparak olay yerinde hayatını kaybetti.

İsmail bin Hammad el-Cevheri ve Kanatları

İsmail bin Hammad el-Cevheri, uçma fikrini yüzyıllar öncesinden ciddiye alan mucitlerden biriydi. Henüz havacılığın hayal bile edilemediği 11. yüzyılın başlarında, insanın kendi gücüyle gökyüzüne yükselebileceğine inanıyordu. Bu inançla, kuş tüyleriyle kapladığı tahta kanatlar üretti ve bu kanatları kollarına bağladı. 1008 yılında Nişabur kentinde bir caminin tepesine çıkan el-Cevheri, tasarladığı kanatlarla uçmayı denemeye karar verdi. Ancak deneme beklediği gibi sonuçlanmadı. Yeterli kaldırma gücü sağlayamayan kanatlar, onu havada tutamadı ve el-Cevheri yere çakılarak hayatını kaybetti.

Henry Smolinski ve Uçan Arabası

Henry Smolinski, karayolu ile havayolunu birleştirme fikrini gerçeğe dönüştürmek isteyen Polonyalı-Amerikalı bir mucitti. Onun hayali, trafiğe takılmadan hem yolda gidebilen hem de havalanabilen bir araç üretmekti. Bu amaçla, Ford Pinto’nun gövdesini Cessna Skymaster uçağının kanatlarıyla birleştirerek sıra dışı bir prototip geliştirdi.

Ortaya çıkan araç, teoride otomobil ve uçağın avantajlarını bir araya getiriyordu. Ancak bu cesur tasarım, pratikte ciddi güvenlik sorunları barındırıyordu. Yapılan ilk denemelerin ardından 1973 yılında ikinci bir test uçuşu gerçekleştirildi.

Test sırasında araç havalanmayı başarsa da, kısa süre sonra kontrolden çıkarak yere çakıldı. Kazada Henry Smolinski ve ortağı Harold Blake hayatını kaybetti. Böylece uçan araba fikri, henüz emekleme aşamasındayken trajik bir şekilde son buldu.

 Daha fazla bu tarz öneri için Bilim / Teknoloji kategorimize göz atabilirsin. Ayrıca aramıza katılmak istersen Listeliyoruz Instagram adresinden bize mesaj atabilirsin.

Loading

Yazan:

Alev Ateş

Sadece 28.