Evet mitoloji okuyucuları… Bugün yine bir şeyler deneyeceğim ilk kez. Konu değişikliği iyi gelebilir diye düşündüm. Alışılmışın dışına çıkabilmeyi istiyorum ve bu konu hakkında da çalışıyorum. Bir yandan farklılık oluşturmaya çalışırken, bir yandan araya kendi hayatımdan esintiler sunuyorum. Bir yandan mitolojik kelimeleri ve varlıkları öğretirken, bir yandan da yeni bir mitoloji yazıyorum.

Bugün çalınan bir şeyden bahsedeceğiz. Çalınma sebebini, geriye kazanıp kazanılamayacağımı, o şey olmadan nasıl zorluklar çekildiğini, “ya da yaşanabiliyor muydu?” göstermeye çalışacağım. Kemerleri takabilirsin. Başlıyoruz! (Belki biraz edebi esintiler de olabilir içerisinde)

Nefretin hâkim olma ihtimali olan bir gerçeklikteyiz bu sefer. Sence dünyada “sevgi ve aşk” diye bir kavram olmasaydı, nasıl bir yer olurdu. Hiç düşündün mü? Belki de duygularımız içerisinde en önemlisi olabilir. Bazen acı verebilir, bazen mutsuz edebilir, hayal kırıklığına uğratabilir ama umudunu asla kaybetmez. Devamlı olarak deneme içerisindedir. O doğru insanı bulana kadar…

Ana karakterlerimizinden biri “Gocha.” Yine Olympos Dağı’nın yakınlarında geçmekte hikâyemiz. Gocha kim mi? Bir dev. Eskiden bir insan olan ama cezaya çarptırılan uzun boylu bir dev, Aynı Tove gibi… Peg tarafından ikisi de hapsolmuştu.

Tove ve Gocha aslında dünyanın imrendiği bir aşk hikâyesine sahipti, yıllardır süren ve onları kıskanan gözler vardı elbette.

Aslında Gocha ve Tove, o kadar çirkin değildi, hatta bir dev bile olmadığını söylemiştim. Peg’in onu kendi bataklığına izinsin girmeleri sebebiyle lanetlemişti. Peg, Tove ve Gocha’nın hafızasını silmiş, onları kolayca manipüle edebileceği hafıza ve duygular yüklemişti, bazı duygular ise çalınmıştı kendisinden. Gocha bazen geçmişine dair imgeler görse de, ne olduğunu asla tam olarak hatırlayamıyordu. Tove ise Gocha’yı kendi soyundan gelen bir dev sanıyordu ama gerçek düşündüğü gibi değildi.

Herkes tarafından dışlanmış olan Gocha, hiçbir şekilde arkadaş edinemiyordu. Onu gören herkes ondan kaçıyor ve saklanıyordu. Bu durumdan çok sıkılmıştı ve çözüm aramaya başlamıştı. Ormanda kulübeye götürmek üzere odun toplarken bir aynaya rastladı. Aynaya baktığından genç, yakışıklı biri olduğunu gördü. “Ben keşke böyle olsaydım” diye düşündü. O esnada aynadan bir ses geldi;

Sana istediğini sunabilirim. Seni dünyanın en yakışıklı varlığı hâline getirebilirim. Sadece bana güvenmeni istiyorum ama aynı zamanda bir fedakârlık da istiyorum. Bana Zhar Mağarası’nda bulunan ejderhanın tüyünden bir parça getirmeni istiyorum. Eğer bu dediğimi yapabilirsen, sana istediğini verebilecek güce sahip olabilirim. Beni buraya hapsettiler. Ben de senin gibi dışlanmış olanım. Yapacak mısın?

Gocha bunu koşulsuz şartsız kabul edecekti elbette. Peki o ejderhayla nasıl savaşacaktı? Bunun için savaş ekipmanlarına ihtiyacı vardı. Onları nereden bulacaktı? Babası eski bir tüccardı. Elinde bilumum teçhizat bulunmaktaydı. Sadece evlerinin deposuna gitmesi gerekiyordu.

O değil de, eşek ve ejderhanın nasıl çocukları oldu? Bunlar bile gerçek aşkı buldu. 🙂

Aynanın bulunduğu yere kırmızı bir taş ile işaret bıraktıktan sonra, odunları bile almadan koşturarak evine döndü. Neyse ki, Tove ve Peg orada yoktu. İşini kolayca bitirip, çıktı o mağaraya doğru.

Gocha yolda giderken içinden; “Artık dışlanmanın sona bulacağını, kendi arkadaşlarının olacağını, aşkı bulacağını…” düşündü ama öyle mi olacaktı? Belki de ormanın ortasında gördüğü aynaya ve içindeki yansımaya kolayca güvenmemeliydi. Geçmişine dair bir şey hatırlamadığı için, kandırılmaya çok müsaitti.

Aynı insanlar gibi, çok kolay manipülasyona uğradı. Kendisini kelimelerle, yalanlarla etki altına almayı başardı küçücük bir ayna.

Gocha, Zhar Mağarası’nın girişine geldiğinde, içeriden gelen sesler duydu. Bu ejderhanın sesiydi ve uyuyordu. Uykusundan uyandırmadan almaya çalışacaktı. İlk önce eline kılıcını aldı ve parmak uçlarıyla yeşil zümrüt taşlarıyla kaplı zemine sahip mağara içerisinde yürümeye başladı. Ejderhanın dibine kadar gelip, eliyle bir tutam tüyü kopardı ve yanında getirdiği keseye koydu ama ejderha çoktan uyanmıştı.

Ejderha tek bir nefesiyle karşı duvara fırlattı ve sendeletti Gocha’yı. Sadece nefes diyorum bak. Ortada henüz alev yok. Orada amansız bir savaşa giriştiler, Gocha’nın gücü ona asla yetmiyordu. Gücü tükenmeye başlıyordu. Mağaradaki yarasalar bile uyanmıştı ve harekete geçmişti. Yarasalar Gocha’ya ve ejderhaya çarpa çarpa, mağaradan dışarı çıkmaya başladı. Yarasaları fırsat bilen Gocha, ejderhaya son bir atak yaptı ve tam kalbinin ortasına kılıcı geçirmeyi başardı. İstediğini alarak oradan uzaklaştı ve aynayı aramaya başladı.

Kırmızı taş ile işaret bıraktığı yeri buldu ve ayna tam karşısında duruyordu. Şimdi ne yapması gerekiyordu?

Ayna; Yapman gereken tek getirdiğin tüy parçalarına, aynanın her bir zerresine sürmek ve 3 kez şu cümleyi söylemek; “Lunario Dempa”

Bu cümleyi söyledikten sonra ortaya çıkan varlık; betimlenemeyecek kadar yakışıklı bir prensti. Yıllar önce öz kardeşi tarafından aynaya hapsedilmişti. Ve orada yaşıyordu yıllardır. Sebebi mi? Yine kıskançlık.

Prens Nestor; Sonunda senin sayende ayna boyutundan kurtulmayı başardım. Bunda senin aptallığının etkisi çok büyük dev. Sen buraya hapis kalacaksın. Çıkmanın tek yolunu biliyorsun ama onu senin için yapacak kimsen olmadığına eminim. Bense dünyanın nüfusunu yarıya indirecek ve geri kalanı için nefret tohumları serperek planımı uygulamak için hazırlıklarıma başlayayım artık.

            Nestor’un amacı soykırımmış.

Ve geri kalanının kendi kendini yok etmesini izleyecek kadar cani bir prens.

Gocha ayna boyutunda ne yapacağını bilmez durumda yürümekteydi. Nereye gidecekti? Burada kimden yardım isteyecekti? Çıkış yolunu nasıl bulacaktı tekrar? Bulunduğu yer kendi yaşadığı yere hem benziyordu hem de benzemiyordu ve gecenin soğuğuyla baş etmeliydi. Biraz ilerledikten sonra bir orman gözüktü ufukta.

O ormanın adı da “Eupho” idi. O ormana sığınmıştı şimdilik ve kendisine ateş yakmak için çalı toplamaya başlamıştı. Gökyüzünün renk tonu daha önce gördüğü renklere benzemiyordu, bilmediği bir şey vardı. Burada gökyüzüne “Rhp” deniyordu. Ateşi yakmayı başarmıştı ama yağmur yağmaya başlamıştı ve güç bela yaktığı ateş oracıkta sönmüştü. Bir kayayı gözüne kestirdi ve o kayanın bir kısmının akan yağmuru engelleyebileceğini gördü. Oraya sığınmaktan başka çaresi yoktu.

Geceyi sabah etmeyi başarmıştı Gocha. Gökyüzüne doğru baktığında 3 farklı ışık kaynağı gördü ayna boyutunu aydınlatan. Bunların adları; “Fhia, Pia, Bhea” idi. Nereye düşmüştü? Hem bildiği bir yerdi hem de bilmediği bir yer. Nereye gideceğini bilmeden öylesine yürümeye başladı. O esnada yalnız değildi, sadece farkında değildi ve gizlice izleniyordu biri tarafından.

O kimdi? Paxt… Nestor oraya Paxt’ı da çekmişti ve onu çektikten sonra bir daha görememişti. Paxt sadece izliyordu. Kim olduğunu aslında anlamıştı. O da kendisi gibiydi.

Gocha, ayna boyutunda başı kesilmiş tavuk gibi hissediyordu ama bir arayış içerisindeydi. Şehrin ortasında ağaçtan yapılmış bir kulübe gördü. Bu kadar binanın, gökdelenin ortasında “ne işi olabilir bu odun parçasının acaba?” diye düşündü. İçeri girdiğinde onu eski, toz ve örümcek ağları ile kaplı bir salon karşıladı.

Bu girdiği kulübe aslında Paxt’a aitti, Nestor’dan uzun süre burada saklanmıştı ama nihayetinde Nestor kendisini bulunca buradan ayrılmak zorunda kalmıştı. Gocha, içeride bir zamanlar yaşam belirtisi veren malzemeler buldu; “konserve, su şişesi, kibrit… gibi”

“Evet, burada biri yaşıyordu ama o yaşayan neredeydi şu anda?” diye sesli düşündüğü esnada arkasından arkasında Paxt girdi; “”BURADAYIM” Ben de senin gibiyim, aynadan geldin değil mi buraya? Seni tuzağa çekti ve bir anda kendini burada buldun. Değil mi?

Gocha şaşkınlığı üstünden atamasa da; “Evet” diye cevapladı.

Buradan bir çıkış yolu yok mu? Kim o adam?

Paxt; Adını çok kez duymuştum, Bazıları derdi ki; bir efsaneden ibaret, bazıları da saçma sapan bir rivayet… Ama geldiğimiz noktada görüyoruz ki; Prens Nestor gerçekmiş.  Dünyadan çok önemli bir duyguyu çalışmaya çalışan bir hırsız; “AŞK”

Bu ayna boyutuna yıllarca önce hapsedilmiş bir zamanlar aşık olduğu kadın tarafından. O kadının adı da “Roxy”

Bir intikam almak istiyor gibi görünüyor prens ama o intikam duygusu onu yiyip bitirmiş ve saf kötülük olmuş. Burada yıllarca vakit geçirmiş. Belki binlerce, belki onbinlerce… Burada geçirdiği vakitte gittikçe güçlenmiş, burada kendine bir dünya kurmuş. Buranın fatihi hâline gelmiş. Tek başına bir imparator kendisi…

Gocha: Bu boyuttan çıkış yok mu peki? Bir çıkış olmalı. O aynayı tekrar bulup, geçebiliriz. Sadece bulmalıyız, o kadar.

Paxt: Dediğin kadar kolay olsaydı keşke. Ben yıllardır bir çıkış arıyorum, burada kitaplarla araştırma yapıyorum, antik kalıntılara bakıyorum ama çıkış yolu sadece o girdiğin aynanın kırılmasından geçiyor ve bu da işimizin çok kaldığını gösteriyor. Senin kaybolduğuna dair bir işaret bırakmadıysan, arayıp bulmaları çok zor bir ihtimal…

Şimdi aynanın öbür tarafına dönelim mi? Kurtuluşları bu taraftadır belki de…

Tove o gece hiç uyuyamamıştı ve içinde bir huzursuzluk olduğunu hissediyordu. Çünkü henüz hatırlayıp, farkında varamasa da aşkının başı beladaydı. Hatta tüm dünyanın… O duygu dünyanın temel yapı taşını oluşturuyor. İnsanların birbirini yok edecek derecede nefret etmesine yol açabilir, duygunun ortadan kalkması. Hiç yapmadığı şeyi yaptı o gece Tove. Bataklık sınırları dışına çıktı. Sadece öylesine yürüyordu, bir amacı yoktu. İçgüdüsel olarak, sadece dürtüyle yürüyordu. Bu dürtü onu “Ayna” ya götürüyordu doğrudan. Çünkü içten içe o sevgi, o duygu oradaydı ve ondan daha güçlü bir duygu yoktu dünyada.

Aynanın önüne geldiğinde kaderi aynı oldu. Nestor onu da direkt içeriye çekti ama farkında olmadığı şey Tove ve Gocha’nın bir araya gelmesi, çıkış biletleriydi.

            Tove içeri çekildikten sonra, yorgun düşüp, olduğu yere bayılıverdi.

Tove, uyandığı zaman gözlerinin içine bakan Paxt ve Gocha’yı gördü. Anlamsız gözlerle onlara baktı ama uyuşukluk hissediyordu. Az önce evren değiştirmişti. Kendine yavaşça geldi ama neler olduğunu elbette anlayamıyordu. Tove bir anda onlardan koşarak kaçmaya başladı ve Gocha peşinden koşmaya başladı. En sonunda yorgunluktan bitkin düşerek, yere yığıldı bir anda.

Gocha; Sakin ol Tove! Benim Gocha… Tanımadın mı? Ben de senin yaşadığını yaşadım. Buraya hapsedildik, sen de o aynayı buldun değil mi?

           Tove: Gocha! Sen misin? Ben neler olduğunu anlayamıyorum. O aynadan sonra kendimi bir anda burada buldum. Burada neler oluyor anlatabilir misin?

            Paxt: Onun yerine ben sözü devralayım mı? Dünyayı büyük bir tehlike bekliyor. Kaçırıldınız, Prens Nestor tarafından… İkinizi de çeken benim.

            Tove: Tarafından mı?

Paxt: Evet, tarafından… Siz ikiniz kurtuluşun anahtarısınız, ben defalarca yaşadım, defalarca öldüm. Her doğuşumda Nestor’la savaşa tutuştuk. Ve anahtarı daima sizdiniz. Gocha… Öncelikle ilk tanıştığımızda yalan söyledim; rivayetler değildi. O benim kardeşimdi. Ben aydınlık tarafı seçerken, o karanlığı seçti. Tıpkı Habil ve Kabil gibi… Devamlı olarak bir çatışma içerisindeyiz. Her yeniden doğuş, her biten savaş, kim kazanmış ya da kaybetmiş önemi yok. Kutsal zaman çizgisinde yeni bir dallanma, yeni bir evren demek… Sizin hakkınızda her şeyi biliyorum ben. “Peg” dâhil… Onu sizi büyülemesi ve sizi çirkin bir deve çevirmesi için gönderen de bendim, buna mecburdum. Bu evrende olması gereken buydu, gidişat buydu. Şu an bulunduğumuz yer ise; “Zamanın Sonundaki Kale” olarak geçen bir yer. Sizi buraya ben çektim, buraya gelmeniz gerekiyordu. Siz sadece yürüdünüz, yürümeniz gereken yolları inşa eden bendim.

Ve aslında sizi buraya çeken Prens Nestor’da benim… Bu kez Paxt’ı yenecek olan benim. Bu evrende artık “Aşk” duygusu olmayacak, tamamen nefretin hâkim olacağı bir evren olacak. Ve ben de zevkle izleyeceğim. Kötülüğün hüküm sürdüğü bir evren…

            Nestor bir anda parmak şıklattı ve elinde bir küre belirdi. O kürenin içinde kim vardı dersiniz? Paxt… Savaşın kazananı çoktan belliydi. Sadece Nestor oyunu biraz daha uzatmak istemişti.

            Biraz ters köşe yapmaya çalıştım final için, umarım başarılı olabilmişimdir…